Seyirciyle diyalog kurmak
Bu madde, öksüz maddedir; zira herhangi bir maddeden bu maddeye verilmiş bir bağlantı yoktur. (Kasım 2017) |
Bu madde, Vikipedi biçem el kitabına uygun değildir. (Ağustos 2014) |
Bu madde hiçbir kaynak içermemektedir. (Ağustos 2014) (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin) |
Seyirciyle Diyalog Kurmak Tiyatronun temel sorunlarından birisi de oyun(cu)-seyirci ilişkisi olarak görülür. Farklı tiyatro anlayışları, farklı ilişki biçimleri benimserler. “Oyuncu ile seyirci arasında canlı bir iletişim.”, “Bir kürsü olarak sahne.”, “Bir propaganda aracı olarak tiyatro.”… Aslında tiyatrocuların benimsedikleri ilişki biçimlerini teatral estetiğe dayanarak, hem de karşılaşmanın tek teatral zemini olan bir oyun gösterimi süresince ‘uygulayabilmesi’ mümkün değildir. Bunun iki nedeni var. Birincisi tiyatrocular ilişki modelini yalnız oluşturmayı yeğliyor; seyirciler bu süreçte doğrudan yer almaz. İkincisi tiyatro, algılama ve görme biçimlerini, seyircinin bakış açısını tek başına değiştirebilecek güçte değildir. Dolayısıyla herhangi bir estetik anlayış doğrultusunda, bu anlayışla uyum içinde bir ilişki biçiminin sağlanabilmesi tiyatrocuların ütopyasıdır. Ancak ironik olarak var olan ilişki biçiminin yeniden üretilmesinde tiyatronun pratik bir rolü vardır. Başka bir deyişle, tiyatrocular seyircileriyle karşılaştıkları alanı gösteri süresiyle sınırladıkları oranda var olan ilişki biçimine teslim oluyorlar. Öte yandan [[teati al]] buluşlar, bu ilişki biçiminin yeni birer öğesi olarak yeniden- üretime pratik bir malzeme oluşturuyor. Bunun temel nedeni oyuncu ve seyirci ilişkisinin ya da genel anlamda sahne ile seyirci arasındaki ilişkinin sistemli bir deneysel çalışma konusu olarak ele alınmasıdır. Şu an egemen olan ilişki biçiminin, hem oyuncunun, hem de seyircinin edilgin konumda kaldığı bir ilişki biçimi olduğu söylenebilir, Edilginlik, oyunla ilk karşılaştığı andan başlayarak, tiyatro binasını terk ettiği ana kadar seyircinin peşini bırakmaz, Oyun(cu) ile seyircinin karşılaştığı tek alan teatral alan ya da oyun gösterimi değil, Aralarındaki ilişkiyi de, yalnız, oyun sırasında sergilenen, teatral estetik, bu estetiğin ilişki modeli belirlemiyor. Ondan belki de daha fazla olmak üzene tiyatro dışı etmenler belirleyici oluyorlar. Böylelikle edilgini iğ in iki düzlemde tanımlanması gereği ortaya çıkarıyor. Teatral ve ateatral düzlemler. Seyircinin bir oyun ya da bir oyuncu hakkındaki yargıları, bu oyuna katılma biçimi daha oyunu izlemeden de oluşturulabilir. Basın, televizyon gibi iletişim araçları tarafından kolaylıkla biçimlendirilebilir. Oyunun tanıtımı da pekâlâ bu biçimlendirme sürecinin etkin bir öğesi olabilir. Dolayısıyla seyirci daha tiyatro binasına adını atmadan önce ilişki modelinin iskeleti ortaya çıkmıştır. Buna ek olarak ‘tiyatroya gitmek’ toplumsal bir edim olarak ele alındığında, seyircilerin toplumsal konumlarının bir kültürel etkinliği olarak oyunlara gittikleri de söylenebilir. Başka bir deyişle seyirciler, tiyatroya sadece ‘sanatsal ihtiyaçlarını gidermek’, bir sanatsal etkinliğe ‘katılmak’ için değil, aynı zamanda belli bir toplumsal edimi gerçekleştirmek üzere gidiyorlar. Toplumsal konum elde etmenin ve sürdürmenin bir aracı olarak tiyatro… Böylelikle bu edim, yalnız teatral nitelikleriyle değil, toplumsal konum elde etmenin ve sürdürmenin bir aracı olarak da ortaya çıkar. Sözgelimi [[Anton Çehov]], “Memurun Ölümü” adlı öyküsünde tiyatroya sınıf atlamanın bir aracı olarak gelen, yüksek tabakaya yakın olmak için ön sıralarda bir bilet alan, ama, hiç hesapta olmayan bir aksırıkla önde oturan amirini tükürüklere boğan bir memurun/seyircinin kendini yok edişini konu edinmiştir. Toplumsal edimini layığıyla yerine getiremediğini görmek onu deliliğe ve ölüme götürür. Özellikle kültürel geçmişlerinde tiyatroya gitme geleneği olmayan ya da henüz yerleşen ülkelerde bu olgu daha açık bir şekilde gözlemlenebilir. Burada seyircinin edilginliği bir ölçüde tiyatrodan çok, tiyatroya gitme eyleminin pratik kültürel ve toplumsal anlamından, gereklerinden kaynaklanır. Antik Yunan’dan bu yana iktidarların tiyatro binalarına özel bir önem vermeleri bu noktayı çok iyi gördüklerini ve değerlendirdiklerini gösterir. Binlerce kişilik anfitiyatrolardan kiliselere, kiliselerden yine binlerce kişilik ‘kültür merkezleri’ne… Tiyatro binalarının mimari özellikleri, iç tasarımlan bakımından uca çekildiğinde birer tapınak görünümünde olmaları bu nedenle rastlantı değildir. Tapınaklar, ziyarete gelenler ve ibadette bulunanlar üzerinde bıraktıkları etki itibarıyla tanrının ya da iktidarın gücünü temsil ederler.
Tiyatro ile ilgili bu madde taslak seviyesindedir. Madde içeriğini genişleterek Vikipedi'ye katkı sağlayabilirsiniz. |