Radikal feminizm, 1970'lerde kadın hareketlerinin en güçlü olduğu dönemlerde en çok sözü geçen iki akımdan biridir. Kadın sorununun temeline inmeye çalışmışlar, sorunu ataerki (patriyarka) olarak tanımlamışlardır. Radikal feminizm, toplumda temel kötülüğün toplumun üzerinde şekillendiği kadına yönelik baskı (veya ataerkillik) olduğu ve düzenlenmeye karşı çıkmanın temelini tüm standart cinsiyet rolleri ve erkek hakimiyetine karşı çıkmakta gören feminizmin bir koludur.

Kendilerini sosyalist feministlerden tüm kadınların aynı sınıfta olduğu konusunda ayırmışlardır, oysa sosyalist feministler kadın sorununun temelinde sınıf çatışmasını görmüş ve iktidara yakın olan kadınları bu savaşın içinde görmemiştir. Radikal feministler ise hangi sınıftan olursa olsun, tüm kadınların aynı erkek egemen sistemin farklı kurumları tarafından ezildiğini, aslında kadınların durumlarının özünde sınıf ayrımı tanımadığını savunmuştur. Daha önceleri Vietnam sorunu sırasında siyasallaşan ve sokaklara çıkan kadınların sosyalist eğilimlerine karşın, 70'ler radikal feministlerin etkisi altında gelişen, sadece kadınlara yönelik eylemlerden oluşan ve çok ses getiren hareketlere sahne oldu.

Radikal Feminist Teori

değiştir

Radikal feministler toplumlarının kadına baskı uygulayan ataerkil bir yapıya sahip olduğunu ve bu yapının yok edilmesi için bu yapıyı besleyen toplumdaki temel unsurları tespit edip yok etmek gerektiğine inanmaktadırlar.

Ataerkil teorinin temel unsuru, toplumdaki belirli bir grubun (genel olarak erkekler) diğer bir grubu (genellikle kadınlar) kendi menfaatleri doğrultusunda sömürdüğü iktidar ilişkisinin varlığını kabul etmektir.

Radikal feministlere göre, Marksizmden yararlanarak kadının özgürleşmesi mümkün değildir. Bu yüzden kendilerine yeni bir yol çizerler. Tarihte ilk sömürülen grubun da kadınlar olduğunu ileri sürerler. Var olan toplumsal yapıda herhangi bir dönüşümün mümkün olmadığını, toplumsal yapıların tümden yıkılması gerektiğini düşünürler.

Radikal feministlere göre kadının baskı altında olmasının sebebi biyolojik ise, özgürleşmenin kaynağı da biyolojik devrimde yatmaktadır.

Biyolojik cins (sex) ve sosyokültürel cinsiyet ayrımını ilk kez ortaya atan Ann Oakley'e göre; annelik durumuyla biyolojik ihtiyaç durumunun farkına varılması ve çocuğunu feminist duygularla yetiştirmesi şeklinde ataerkil düzenin yıkılacağını savunur.

Cinsiyetsiz kimlikten konuyu daha ileriye taşıyan yazar ise Mary Daly'dir. Özgürleşmenin karşı çıkmakta yattığını savunur. Daly'e göre ataerkil sistemin temelinde tanrı (erkek tanrı) vardır, bu yüzden cinsiyetsiz yapıyı reddeder. Kadın olmakla kadınlık kavramını ayrı tutar.

Andrea Dworkin'e göre heteroseksüel ilişki kadına yapılan baskının temelinde yer alır.[1] Sheila Jeffreys sadomazoşizmin kadınların cinsel yaşamlarında önemli oluşunun şaşırtıcı olmadığını, kadınların içinde yaşadıkları sistemde ezilişlerini erotize ettiklerini söylemiştir.[2][3]

Ayrıca bakınız

değiştir

Kaynakça

değiştir
  1. ^ "Arşivlenmiş kopya". 28 Mart 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 29 Eylül 2018. 
  2. ^ "Arşivlenmiş kopya". 29 Eylül 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 29 Eylül 2018. 
  3. ^ "Arşivlenmiş kopya". 29 Eylül 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 29 Eylül 2018.