Aklîleşme, İslâm düşüncesi'nde hicrî birinci yüzyılda ortaya çıkmış Mu'tezile adlı ekolün getirdiği yeni bir kelâmî-felsefî yaklaşımdır. Getirdiği yeni düşünceler, büyümekte olan İslâm Devleti'nin karşılaştığı yeni düşüncelerin getirdiği eleştirilere karşı koymayı amaçlarken İslâm inancını etkilemiş ve yeni Mu'tezile mezhebinin yayılmasına neden olmuştur.[1] Bu düşünceleri yayarak tanınanların başında Ebu'l-Huzeyl el-Allâf bilinmektedir. Düşünceleri yeni mezhebi etkilemekten de öte Ehl-i Sünnet inanç mezheplerinden Eş'arilik'i de etkilemiştir.

Ebu'l Huzeyl, tevhide ilişkin fikirlerini Ehl-i Kitap, Dehriyye, Maniheizm, Mecusilik, Mücessime, Müşebbihe ve Rafizîlik'ten karşıtlarıyla yaptığı tartışmalardan oluşmuştur. Görüşleri arasında Allah'ın sıfatlarının O'nur özü olduğu da yer alır. Tevhid prensibi çerçevesinde Allah-âlem ilişkisine, özellikle ilahî sıfatlar ve ilahî kudret, cisim, cüz`ün lâ yetecezzâ (atom), hareket, sükûn, ehl-i cennet ve ehl-i cehennemin hareketleri konularında özgün fikirleri vardır. Allah'ın makdûrâtının sonlu olduğu ve insanın Ahiret'te serbest hareket etme imkânından yoksun olacağını ileri sürmüş, bu konularda kendi mezhebinden de büyük tepki almıştır. Adl esasıyla ilgili olarak Allah'ın hakîm, alîm olduğu ve O'na şer ve zulm izafe edilemeyeceği hususları üzerinde durmuş, ayrıca şer-hayır, iman-küfür, taat-masiyet cinsinden yapılan fiillerin Dünya ve Ahiret sorumluluğunun insanlara ait olduğunu vurgulamış ve insanın sorumlu oluşunu akıl, hür irade ve kendisine verilen potansiyel güce (istitaa) bağlamıştır.

Kaynakça

değiştir
  1. ^ Aydınlı, Osman (1998). İslâm düşüncesinde aklîleşme süreci - Mu'tezile'nin oluşumu ve Ebu'l-Huzeyl Allâf. 4 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Mayıs 2011.